içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

BYZANTION’un KERAS (Haliç) Kıyıları

MS ilk yüzyıldaki Byzantion’u keşfetmek için bir ticaret gemisiyle kente gelen Gezgin Alexandros, surların içinde kalan yerleşimi dolaşmış, yaşantıları deneyimlemiş ve buranın nasıl bir Helen kenti olduğunu öğrenmişti. Şimdi sıra kentin doğuş efsanelerinde yer alan ve kent savunması için çok önemli bir doğal sığınma limanı olan Keras (Haliç) kıyılarındaydı. Yerleşim Suriçi’nde (Tarihi Yarımada) yoğunlaşmış olmakla birlikte, Keras kıyıları boyunca da bazı oluşumlar vardı.

Keras, boynuz demekti. Körfez bu adı efsanelerdeki İo’nun boynuzlarından mı, yoksa şekli boynuza benzetildiği için mi almış bilinmez ama gerek kentin kuruluşuyla ilgili mitolojik olaylar gerekse etkileyici topoğrafya kıyıdaki yerlere adlarını vermiş, kültler buralarda çok sayıda tapınağın ve sunağın inşa edilmesine aracı olmuştu.

Bugün bilinen ilk tapınağın 12.000 yıl önce inşa edilmiş olan Göbekli Tepe olduğunu düşünürsek, soyut düşüncelerin insanın fiziksel çevresini biçimlendirmesinde belirleyici rol oynamaya başlaması oldukça uzun zaman aldı. Yaklaşık 4 milyon yıl önce iki ayak üstünde yürüyebilir hale gelen atalarımız, elleri özgür kaldıktan sonra ihtiyaçlarını kolay karşılayabilmek ve kendini savunabilmek için aletleri kullanmaya başladı. Ateş çevresinde diğerleriyle bir araya gelmesi, ısınmak ve güvenliğini sağlamak içindi. Aynı zamanda bir arada yaşamayı öğreniyordu. Üretmeye başladığındaysa yerleşik düzene geçip kalıcı yaşam alanları oluşturmaya başladı. Bütün bunlar hayatta kalabilmek için ihtiyacı olan temel davranışlardı. Daha sonra korkuları, beklentileri, başa çıkmakta zorlandığı durumlar karşısında soyut düşünceler devreye girdi. Artık inançları da yaşantılarını ve yaşadıkları çevreyi biçimlendiriyordu.

Byzantion’un kent biçimlenmesinde de tanrılar ve tanrılara adanan dini yapılar önemli yere sahipti. Helenlerin insan biçiminde, karakter olarak da insana benzeyen ancak doğaüstü güçlere sahip tanrıları vardı. Bu tanrıların eve ihtiyacı olduğu düşünülmüş olsa gerek, onların adına tapınaklar inşa ediliyordu. Bu mekanlar onlarla bağlantı kurabilmek için bir buluşma yeriydi. Ormanda ağaçları keserek oluşturdukları, etrafı duvarlarla çevrili, içinde dini yapıların olduğu temenos adı verilen kutsal alanlar bulunmaktaydı. Byzantion’da sıkça rastanan sunaklarda ise adak, sunum, dua gibi ritüeller gerçekleştiriliyordu.

Gezgin Alexandros şimdi de Keras/Haliç kıyısı boyunca inşa edilmiş çok sayıda tapınak ve sunak görecekti. Bu gezisi için bir önceki gün gemisinin demirlediği Neorion adlı limanda (bugünkü Galata Köprüsü civarında) kendine bir at ayarlamıştı. Geceyi gemide geçirdikten sonra sabah erkenden rıhtıma inip körfezin iç kısımlarına doğru atıyla yola koyuldu. Limanda yer alan büyük kuleyi (bugünkü Süleymaniye Camisi’nin eteklerinde) geçtikten sonra ilk gözüne çarpan, denizin biraz yukarısında Ge Anesidora Tapınağı oldu. Tapınağın çatısı yoktu. Ge (Gaia), toprağı sembolize eden Ana Tanrıça’dı. Anesidora ise “toprağın altından yukarı hediye gönderen” demekti. Belki de bu çatısız tapınak sembolik bir anlam taşımakta, hiçbir eril özelliğe gereksinim duymadan yaratma gücüne sahip olduğuna inanılan Ge’nin ezelden beri süregelen özgürlüğüne işaret etmekteydi.

Buradan biraz daha yukarıda, yan yana Demeter ve Kore Tapınakları bulunmaktaydı. İçinde büyük sanat ustalığıyla yapılmış heykeller ve geçmişin refah izlerini yansıtan çok sayıda resim vardı.

Gezgin Alexandros kıyıdan körfezin içlerine devam ettiğinde Pluton ve Hera Tapınakları’nın yerlerini görmek istedi (Çemberlitaş’ın olduğu tepenin eteklerinde). Artık ikisi de yoktu. Hera Tapınağı, Dareios’un MÖ 512’de çıktığı İskit seferi sırasında Byzantion’u Kral’a karşı gelmekle suçlayan Persler tarafından ateşe verilmişti. Pluton Tapınağı ise MÖ 340-339’de Makedonya Kralı Philippos kenti kuşattığı sırada yapının malzemelerini kullanmak için yıktırmıştı.

Kıyıdan bir süre daha devam eden Alexandros, Athena Skedasias’ın Sunağı’nı gördü. Yerin adı Kykla (Çember)’ydı. Yunanlılar burada barbarları bir çember içine alıp hezimete uğratmışlar, ardından Athena Skedasias’ın sunağını inşa etmişlerdi.

Gezgin yürürken Haliç kıyılarındaki rüzgara açık burunları (Fener, Balat) ve bunların arasındaki bol balıklı koyları geçiyordu. Sonunda körfezin bittiği yer olan Sapra Thalassa yani Çürümüş Deniz isimli yere geldi. Sürekli alüvyon taşıyan Kydaros (Alibeyköy Deresi) ve Barbyses (Kağıthane Deresi) Dereleri toprağı balçık haline getirdiğinden, burası gemilerin girmesine uygun olmayan ancak hayvanların beslendiği verimli otlaklar ve çayırlara sahip bir yerdi.

Efsaneye göre Kral Byzas’a kenti kuracağı yeri tarif eden kahinlerin bahsettiği, “balıkla geyiğin aynı yemden beslendiği yer” burası olmalıydı. Bu dönemde Haliç’in iki kıyısı da koruluktu. Geyikler kış aylarında ormanlardan inerek körfezin sonundaki sulak bölgede sazlarla beslenirlerken, balıklar da derelerin denizle birleştiği yerdeki sakin sularda fazla hareket etmeden su altındaki köklerle beslenirlerdi.

Haliç’in sonundaki bu derelerin taşıdığı alüvyonlarla oluşan çamur adaları, Osmanlı döneminde tuğla üretimi için kullanılacak, 2021 yılında ise iki derenin Haliç’le birleştiği bölgede bir üniversite kampusu (Bilgi Üniversitesi) yer alacaktır.

Aynı yerin kıyısında bir de sunak vardı. Bu sunak adını, bulunduğu yer olan Semystra’dan (Eyüp) almaktaydı. Mitolojide yeri olan Semystra, kentin kurucusu Kral Byzas’ın annesi Keroessa’nın (Keras/Boynuz) dadısıydı. Efsaneye göre Hera’nın gazabından korumak amacıyla Zeus tarafından ineğe dönüştürülen İo, kızı Keroessa’yı (boynuzlu) burada dünyaya getirmişti. Annesi gibi alnında boynuza benzer çıkıntılar taşıyan küçük kızı, Semystra büyütmüştü. Hakkında çok sayıda rivayet bulunan (bizim daha geç tarih dönemi ürünü Megaralı donanma komutanı olarak varsaydığımız) Byzas, kimi söylenceye göre Keroessa’nın denizler tanrısı Poseidon’a olan aşkından doğmuştu, kimine göre ise nymphe (su perisi) Semystra’nın çocuklarından biriydi.

Yine söylenceye göre kent burada kurulmak üzereydi ancak bir karga burada adanan kurbanın bir parçasını alarak Bosphoros Akra’ya (Sarayburnu) götürmüş, bunun Tanrı Apollon’dan gelen bir işaret olduğunu düşünen Helenler, şehri orada kurmaya karar vermişlerdi.

Hava kararmaya başlamıştı. Alexandros kentin kuruluşuyla ilgili söylencelerin bol olduğu bu yerde geceyi geçirmek üzere kendine ve atına bir sığınak buldu.

Gezgin, ertesi sabah körfezin karşı kıyısında ilerliyordu artık. Drepanon Burnu’nu (Sütlüce) geçip, ardından denize uzanan Boukolos’a geldi. Boukolos, Çoban demekti. Kentin kuruluşunda bahsedilen kargayı tepeden görüp, Sarayburnu’na gittiğini haber veren kişiydi çoban.  

Boukolos’un olduğu dik tepeyi de aştıktan sonra  sakin korunaklı bir yer olan Drys’a geldi. Buradaki ormanda kutsal bir tapınma alanı olduğunu farketti. Ağaçlar kesilerek açılan alanın ortasına dini yapılar inşa edilmiş, etrafı duvarlarla çevrilmişti. Burası Apollon’a adanmış bir temenostu.

Burnu geçince uzun bir koy Auleon’a (Hasköy) ve ardından Makedon 2. Philippos’un Keras köprüsünü kurdurduğu yere geldi. Alexandros’un bu gezisinden yaklaşık beş yüzyıl önce Philippos, Byzantion kuşatması için donanmasıyla gelmiş, gemilerini kentin yakınındaki bir koya demirletmişti. Muazzam kuşatma makinaları vardı. MÖ 340 Ekim’inde her yönden kenti sarmış, surların altından geçebilmek için tüneller kazdırmıştı. Bu tünellerde Byzantionlularla savaşıyorlardı. Ayrıca askerlerinin merkeze kolayca ulaşabilmeleri için de Keras üzerine bir de köprü inşa ettirmişti. Bunun için çok sayıda taşı Keras’a yığdırarak denizi doldurmuş ve üzerine toprak attırmıştı.

Philippos, Byzantion’a açtığı savaşın sebebini soranlara, şehrin güzelliğinin kendisini cezbettiği, bu yüzden aşkının kapısına dayandığını söylemişti. Buna karşılık aldığı cevap ise “Aşklarına karşılık verilmeye değenler, sevgililerinin kapısına kılıçla gitmezler. Aşıklar savaş aletlerine değil, müzik aletlerine ihtiyaç duyarlar olmuştu.” Gerçekten de kılıçlar işe yaramamış, Philippos’un bütün çabasına rağmen kuşatma başarılı olamamıştı.

(Philippos müzik aleti çalar mıydı bilinmez ancak Byzantion kuşatmasının, kuşatma makinaları teknolojisinin ilerlemesinde önemli bir yeri olduğu söylenmektedir.)

Bu köprünün kurulduğu yerin yakınında kahraman Nikaios’un sunağı vardı.

Alexandros zaman zaman atıyla, zaman zaman yürüyerek yoluna devam ediyordu. Koylardaki balık yataklarında kentli için balıkçılığın önemini bir kez daha anlıyor, ormanlarla kaplı güney kıyısı boyunca kara avcılığının da çokça yapıldığını farkediyordu. Geçtiği yerlerden birinin adı domuz avı anlamına gelen Khoiagreia idi.

Fışkırarak akan kaynaklara geldiğinde Pers izleri gözüne çarpmıştı. İnsanlar Kanopos, Kyboi (=Zarlar), Krenides (=Kaynaklar) adındaki kaynakların olduğu körfezin kıyısına eğlenmek için iniyorlardı. Kanopos, adını Roma İmpartorluğu döneminde Mısır’da İskenderiye yakınlarındaki bir sefahat merkezinden almıştı.  Meizon Deresi (Keison=Kasımpaşa Deresi) bu kıyıyı ikiye bölüyordu.

Alexandros’un Keras (Haliç) gezisi, kuzey kıyısındaki ucundaki Hippostehenes (Karaköy)’de son buluyordu. Burada Megaralı Hippostehenes’in mezarını gördü. Bölgeye adı verildiğine göre mezar belki de Olympia’daki güreş müsabakalarında 11 defa (MÖ 630 - MÖ 580) şampiyon olmuş Spartalı güreşçi Hippostehenes’e aitti.

Hippostehenes’ten karşı kıyıya, gemisinin olduğu Neorion Limanı’na geçmeden önce buranın kuzeyinde kalan Sykides (=İncirlik), Amphiaraos, Auletes ve Bolos’u da dolaştı (bugünkü Galata bölgesi). Sykides’de incir ağaçları öyle güzel ve boldu ki, bazıları ilk incir ağacının bile burada yetiştiğini söylüyordu. Çevrede Megaralı yerleşimcilerin inşa ettikleri temenoslar bulunmaktaydı. İlk gördüğü temenos, söylenceye göre kahin Amphiaraos’un arabasının sürücüsü Skhoiniklos’a adanmıştı. Daha sonra Artemis Phosphoros (Işık Saçan Artemis) ve Aphrodite Praeia (Uysal Aphrodite) için olanlar geliyordu.

Özellikle Boğaz’da güç doğa koşullarından sıkça etkilenen Byzantion’lar her yıl burada Aphrodite’e kurban keserlerdi. Onun doğayı dizginleyebileceğine inanıyorlardı. Bu tanrıça istediğinde uygun rüzgarları bağışlayabilir, fırtınaları dindirebilirdi.

Alexsandros artık buradan bir tekneyle karşı kıyıya geçecek ve Boğaz’ın tehlikeli sularına yelken açacak gemiye binecekti.

 

*Hayali kahraman Alexandros’un Byzantion seyahati, MS 1. ve/veya MS 2. yüzyılda yaşamış olan Dionysios Byzantios’un Anaplous Bosporou adlı eseri ve konuyla ilgili bilimsel kaynaklar üzerinden kurgulanmıştır.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum