içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

SALGIN GÜNLERİNDE İSTANBUL

Bu yazı dizisine başlarken amacım tarihi süreçte İstanbul’u uzaktan gözlemleyenlerin ya da sokak aralarında gezinerek deneyimleyenlerin farklı algılarını görmek, bunu yaparken aynı zamanda kentin değişimini de onların gözünden yansıtmaktı. Ancak sadece İstanbul’u değil, bütün dünyayı durma noktasına getiren bir virüs, günümüzdeki kent algısını da aniden değiştiriverdi.

Şehirleri hayalete dönüştüren bu gelişme sırasında İstanbul’u uzaktan gözlemlemek de yakından deneyimlemek de alışıla geldik şekilde mümkün olmadı. Kuşbakışı gözlem olanağı sağlayan hava ulaşımı yoktu, bin yıllardır Marmara Denizi’nden gemilerle yaklaşan meraklı gözlerin tasvirlerine konu olan şehir silüeti artık denizden gözlemlenemiyordu. Daha yaklaşıp sokak aralarına girmeye başlayınca gündelik akıştaki değişim belirgin olarak fark ediliyordu.

Yaşamın son derece hareketli ilerlediği, omuz omuza yürüyen kalabalıkların, gürültünün hakim olduğu şehir, git gide artan kısıtlamalarla sessizliğe büründü. En yakın akrabalarımız, komşularımız, arkadaşlarımız potansiyel tehlike haline geldi. Sokak deneyimimiz mahalledeki market, eczane gibi acil ihtiyaçlarımızı karşılayacağımız mekanların ötesine geçemedi. Bu küçük alan içindeki sosyalleşmemiz ancak işlerine devam etmek zorunda olan kişilerle mümkün oldu. O da mesafeyi koruyarak. Karşılaştığımız insanları tanımamızı zorlaştıran maske takma zorunluluğu hala hayati öneme sahip ve virüsten korunmak için sosyal izolasyon salgın günlerinin olmazsa olmazı.

Büyük değişimler ya önemli buluşlar, ya savaşlar ya da salgın hastalıklar gibi yaşam akışında kırılma yaratan olaylarla başlıyor. Geçmişte geniş kitleleri etkileyen salgınların hem şehirlerin şekillenmesine hem de yaşantıların değişimine dolaylı olarak etki ettiği biliniyor.

Antik Yunan’da salgınların, yer altından çıkan “miasma” adı verilen zehirli gazlarla yayıldığı düşünüldükten sonra yollar taş döşenmeye, binalardaki çatlaklar sıvanmaya yani kent kaplanmaya başladı [1].

On dokuzuncu yüzyıldaki kolera ve veba salgınları kanalizasyon sisteminin düzenlenmesini sağlarken, üstündeki yolların da genişletilmesini getirdi. Kapı eşiklerinden bina temellerine kadar birçok değişiklik gerçekleşti. Kireç, kolay temin edildiği için salgınlar sırasında sıkça kullanılan bir dezenfektandı. Bu dönemlerde bina cepheleri kireçle badana ediliyordu. Karantina istasyonları, dezenfeksiyon evleri kuruldu.

Ressam Ali Rıza Bey’in çizimiyle Salacak Karantinahanesi [2]

Bazı şehirlerde radikal çözümler de uygulandı. Virüsün yakılarak yok edilmesi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdi. Osmanlı Devleti eğer evin içindeki eşya dezenfekte edilemiyorsa bedeli kolera tahsisatından ödenmek üzere evin tamamının yakılması kararını almıştı. 1865 yılında İstanbul’daki kolera salgını Hasköy ve civarını yok eden bir yangınla son buldu [2]. Aynı şekilde 1900’de Honolulu’da vebanın yayıldığı Çin Mahallesi’nin yakılmasına karar verildi. Ancak rüzgarın yön değiştirmesiyle bütün şehir yandı.

Yirminci yüzyıl başlarında, iyileşme ve hijyen kavramlarının son derece önem kazandığı bir dönemde ortaya çıkan Modern Mimarlık Akımı’ndaki sadeliğin ve temiz görüntünün ise on dokuzuncu yüzyıldaki salgınlarla bağlantılı olduğu söylenebilir. Tüberküloz salgını sırasında “karanlıkta otuz yıl, güneşte otuz saniye” sloganıyla güneşin önemi vurgulanırken, “her zaman pencere açıkken uyu” sloganıyla da ışık ve temiz havanın iyileştirmede etkisi dile getirilmişti. Modernizmle özdeşleşen düz çatılar, balkonlar, teraslar, geniş bahçeler, yürüyüş yolları aslında hastaların sanatoryumlarda iyileşmek için nefes alabilecekleri yerlerdi. Bunlar aynı zamanda konutlar için de ilham kaynağı oldu. Her biri kendi bahçe terasına sahip daireler, çatısında bir kilometrelik koşu parkuru olan apartmanlar tasarlandı [3].

Villa Savoye (a box in the air), Le Corbusier (1929-1931)

Bugün yaşadığımız salgın da günümüzdeki kent düzenini değiştirebilecek mi?

Artık yapı-insan yoğunluğu daha çok sorgulanıyor. İstanbul binlerce yıllık tarih katmanının son katında, gittikçe yükselen binaları, yeşil alan bırakmamacasına kaplanan zeminleri, gittikçe daha da artan otoyollarıyla beton şehir algısını pekiştirmeye devam ederken, koronavirüs gelecekte en azından çevresinde oluşacak yeni yerleşmelerde doğaya önem veren, dingin yaşam için bir adım atılmasını sağlayacak mı?

Bugüne kadar şehrin merkezdeki yüksek binalarda yaşamak bir ayrıcalıktı. İmkanı olanların karantina günlerinde bahçeli evlere geçtiğini gördük. Bu sayede hem sosyal mesafeyi korumak, hem de özgürce doğayla bir arada olmak mümkün.

Nüfus yoğunluğunun yarattığı yığılmaların önüne geçmek için kentlerin tek merkez etrafında gelişmek yerine çok merkezli yerleşmelerden oluşması tartışmaları başladı. Artık yaşanabilir ve sürdürülebilir kentlerin, insanların ihtiyaçlarını kısa mesafelerde karşılayabileceği, açık alanlara ulaşımın kolay olduğu, iş ortamını gündelik yaşama dahil eden kentler olacağı düşünülüyor. Trafiği de büyük oranda azaltacak olan bu sistem, yeniden mahalle ve insan ölçeğini önemli hale getiriyor.

Geleceğin akıllı kentlerinde ihtiyaçların giderilmesi için gereken çoğu şey telefonlara indirgenirken, gündelik yaşamın her yere yürüyerek ulaşılabilecek mesafelerde gerçekleşmesi olmazsa olmazlarımız olacak belki. Dünyadaki bazı kentler bisiklet alt yapı çalışmalarını hızlandırdılar. Elektrikli bisiklet, scooter gibi ucuz ve kolay ulaşım sağlayan mikromobilite araçlarının kullanımının insan ve çevre sağlığına katkıları olacağı aşikar. Adeta köy ya da küçük kent yaşamını akla getiren bu düşünceler, İstanbul’un da dahil olduğu metropollerin dışında yeni yaşam alanları oluşturabilecek mi? Kentlerin şekillenmesine etkisi olan diğer salgınlar gibi koronavirüs salgını da önümüzdeki on yıllarda kent algısını bu denli değiştirebilecek mi?

 

1. Lynteris, C. (2018). Plug and the City, Routledge, London.

2. Yıldırım, N. Osmanlı Coğrafyasında Karantina Uygulamalarına İsyanlar “Karantina İstemezük”

3. Campbell, M. (2005). What Tuberculosis did for Modernism: The Influence of a Curative Environment on Modernist Design and Architecture, Cambridge Journals Madical History, London.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum