içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

HARP ve ESARET Doğu Cephesi’nden Sibirya’ya

Okuduğum kitabın adı “Harp ve Esaret, Doğu Cephesi'nden Sibirya'ya, Halil Ataman”. Kitabın genişletilmiş ilk baskısı 2011 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yapılmış. ISBN 978-605-360-328-3. Anıları yayına hazırlayan Prof. Dr. H. Ferhat Ecer, bu kadar sıkıntı ve kargaşa içerisinde not defterlerini nasıl muhafaza edebildiğini sorduğunda, Halil Ataman'ın cevabı "yavrum bunlar benim derim gibiydi" olmuş.

Halil Ataman Niğde-Bor'da doğmuş; ailesi çiftçilik ve dericilik yaparmış. İstanbul Hukuk Fakültesine kaydolduktan kısa bir süre sonra, seferberlikle birlikte Ağustos 1914'te 26 yaşında yedek subay olarak orduya katılmış: "… Nisan 1331'de Erzurum'dan hareket ettik. … İd kasabasına geldik. … 2500 veya daha fazla babayiğit askerin cesetlerinin üst üste atılmasından meydana gelen, upuzun bir tepe. … cesetleri, bu çukura doldurup üstünü toprakla kapatacaklarmış. … bir başka askere, … sordum, '… bu mezar dördüncüsü …' dedi." 15 ay sonra Ağustos 1916'da Halil Ataman, Erzincan Karasu Irmağı kenarında bir gece baskınında esir düşer ve 7 yıllık esaret başlar.

Esir düştükten iki ay sonra Halil Ataman Moskova'da Alman, Avusturyalı ve Macar esirlerle birlikte tutuldukları esir kampına ulaşır ve Osmanlı-Rus esir takasını beklerken, Şubat 1917'de Sibirya'ya nakledilmek üzere yola çıkarılırlar. Mart'ta Rus İhtilalinin başlamasıyla birlikte, esir grubu Beyaz Ruslar'ın bölgesinde kalır. Beyaz Ruslar Kızıllar karşısında geriledikçe esir grubu daha doğuya alınırlar; Halil Ataman'ın, Japon işgalindeki Pasifik Okyanusu limanı Vladivostok'a kadar uzanacak üç buçuk yıllık dur-kalklı Sibirya yolculuğu başlar. Bu yolculukta farklı yerlerde konaklanır; Halil Ataman yerel halkla birlikte olma imkanı bulur: [Aralık 1919'da Aleksandrovski köyünde verilen uzun molada, köylüler] "kendine verilen iki üç kişiyi kapışırcasına alıp götürüyor, ama biz Türkleri hiç götüren yok. … O sırada Naçalnik (askeri kumandan), 'Ey köylüler, bunlar da insandır, hemen bunları da götürün. …' diye bağırıyordu." Halil Ataman ve bir esir arkadaşı sonunda bir eve yerleştirilirler, ev sahibesi "Mama" ve torunu Olga ile zamanla çok iyi kaynaşırlar. Mama, onları kızakla komşu köye gezmeye de götürür: "… köyün yarısının Türk olduğunu haber verdiler. Gittim aradım, hocalarını buldum. Bahaeddin adında bir genç, aynı zamanda köyün öğretmenliğini de yapıyordu. Beni bırakmadı, bizde kalacaksın, dedi." Halil Ataman Sibirya yolculuğu boyunca farklı yerlerde Müslümanlarla/Türklerle tanışır.

Mayıs 1920'de Pasifik kıyılarına ulaşır Halil Ataman; çalışmaya başlar: "Adam Trabzon'un Gümüşhane kasabasından bir Rum, adı Nikola'dır. Yirmi yıl önce bu yere gelmiş, çok fakirmiş, zengin olmuş, şimdi Viladivostok'ta üç tane fırın işletiyormuş. Adam, 'Peki yarın gelin, size de bir iş veririz; inşallah sen de memnun olursun' dedi." Dokuz ay Viladivostok'ta kalır Halil Ataman.

Osmanlı devletinin girişimleri sonucunda ve Alman Kızıl Haç'ı aracılığı ile Şubat 1921'de Türk esir grubu, Japon askeri heyeti nezaretinde İstanbul'a götürülmek üzere bir Japon gemisine bindirilirler: "Şehirdeki Türk-Tatar Müslümanların hepsi kadın, kız ve erkek demeden gelmişlerdi. … 1030 kişi idik. Bu yekûnden 12'si kadın idi. Çünkü hanımlar bizim evli beylerin nikâhlı hanımlarıydılar. … Biz varmadan önce vapura ay yıldızlı al bayrağımız çekilmiş ve dalgalanmakta idi. Artık ay yıldızın himayesindeyiz …".

Bir buçuk ay sonra, Nisan 1921'de, memlekete varılmak üzeredir: "… Midilli Adası önlerinden geçiyoruz. Saat 10.30 sıraları uğursuz bir an!. Bir Yunan harp gemisi … önümüzden bir çelme yaptı ve bizim vapura 'Dur! Beni takip et!' emrini verdi." Gemi Pire limanına çekilir ve bekleme başlar; "çürük"lerin İstanbul'a devam etmelerine izin verilirken, diğer askerler alıkonulur. Devletlerarası pazarlıklar sonucu altı ay sonra gemi İtalya'ya hareket eder. Esirler Sardunya adası yakınlarında küçük bir adadaki kampa yerleştirilirler.

Bir yıla yakın İtalyan esir kampında kalan Halil Ataman, Haziran 1922'de İstanbul'a varır. Birikmiş subay maaşları karşılığı Osmanlı devletinin kendisine verdiği senetleri kırdırır. Memleketi Niğde'ye dönmeyip "Esaret kampındaki Alman esirlerden edindiğim arkadaşlardan varlığını öğrendiğim Debağat (Dericilik) Mektebi'ne girebilmek amacıyla Almanya'ya" gider. Farklı şehirlerde yaşar, çalışır, öğrenir. Bir yıl sonra, Mayıs 1923'te, dokuz yıl önce ayrıldığı memleketine döner.

Bu dokuz yılın yaklaşık ilk bir yılını Osmanlı ordusunda, sonraki beş yılı Erzincan'dan Viladivostok'a Rus esaretinde geçiren Halil Ataman, İstanbul'a dönüş yolunda altı ay Pire limanında gemide bekler. İtalyan esir kampında geçen bir yıldan sonra, memleketi Niğde'ye kesin dönüş yapmadan son bir yılını da Almanya'da dericilik öğrenerek geçirir. Bu kitapta bütün bu dokuz yılı Halil Ataman'ın gözünden gün gün bazen hüzünlenerek, bazen gülümseyerek çoğu zaman da merakla ve hayretle okuyabileceksiniz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
FACEBOOK YORUM
Yorum